Kör Baykuş (Sadık Hidayet) hissettirdikleri

Odamı sınırlayan dört duvar arasında, varlığımı ve düşüncelerimi kuşatan hisarın içinde ömrüm azar azar eriyor bir mum gibi, hayır, yanlışım var,ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: Öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş, ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. Fakat diğerlerinin dumanından, soluğunda boğulmuş.



Merhaba küçük dünyanın yalnız ve kaygılı insanları ✋

Kör baykuş kitabının bana neler hissettirdiği ve yazardan biraz bahsetmek istiyorum.

Kitap bitti ilk aklımdan geçenler şunlar oldu

- Bu ne arkadaş, bu nasıl bir kitap
- Harakiri yapmak daha kolay mı olurdu acaba ?

 Beynin sevişmesi ile ortaya çıkan o ilginç kafa halını yaşadım kitapla.

-Yok artık deme önce bu kitabı bir oku derim.

Çok değerli saygıdeğer kuzenimin tavsiyesi sonucu aldım bu kitabı. Kitabı tavsiye ederken de uyardı tabi, farklı bir kitap olduğu konusunda. Okuduğun yerleri geri dönerek tekrar tekrar okuyacağımı söylemişti ve öyle oldu. Ulan ben mi yanlış anladım ne oluyor diye çok kez önceki sayfaları tekrar okudum. Lütfen sakın bir kafayla okuyun. Bu uyarıda burada dursun.

Öncelikle İran edebiyatının önemli kişiliklerinden biri olduğunu unutmayalım Sadik Hidayet'i. Yazının ilerleyen bölümlerinde ondan da bahsedeceğim, şimdilik sadece bunu bilmeniz yeterli.

İran kültüründe haşhaş afyon gibi uyuşturucu maddelerinde günlük hayatta kullanıldığını bilelim. Ben bunu bilerek okudum kitabı, farklı bir dili olduğunu tahmin ediyordum ama hayatımda okuduğun en ilginç kitap olacağını düşünmemiştim.

Kitap ağır afyon etkisinde yazılmış(Tabi bu benim şahsi fikrim) Zaman,mekan kavramlarının yok olduğu bir dünyada geçtiğini hissettiren ama kesinlikle bir zaman algısına ihtiyaç duyduğumuz bir dünyayı anlatıyor.

Maskeler ile alakalı yazdığı bölüm ilgimi çeken bölümlerden birisi oldu. Kişilik kelimesi eski Yunanca maskeden gelmektedir. Yani maske bölümünde insan kişiliği ve toplumun maskeleri kullanımından bahsetmesi etkileyici.

Kısa bir özet yapamayacağım kitap zaten 80 sayfa ve okuduktan sonra beni çok iyi anlayacaksınız.Kitabı anlamayabilirsiniz ama benim şu an yazdıklarımı çok iyi anlayacaksınız. 😀



Sürekli aynı şeyleri mi okuyorum ben dedirten bir kitap. Bu kitap bir film olsaydı kesinlikle 'başlangıç' filmi olurdu. Daha sonra tekrar okumak için kütüphaneme bırakıyorum, kesinlikle tekrar okuyacağım.



Kışın bir deliğe gizlenen hayvanlar gibi kendi içime ne kadar çekilsem, başkalarının seslerini o kadar net duyuyor, kendi sesimi boğazımda işitiyordum.Yalnızlık ve inziva sonsuz, koyu yoğun gecelere benziyordu.Koyu, yapışkan, bulaşıcı karanlıkları olan ve boş kentlere çökerek şehvet ve kin uykuları yaymayı bekleyen gecelere benziyordu.

Gelin birazda bu kafası karışık yazarımızı tanıyalım;



Sadık Hidayet Doğunun Kafkası 



17 Şubat 1903 tarihinde Tahran'da dünyaya geldi ve bu kentteki Fransız Lisesi'nde eğitim gördü. 1925 yılında eğitimini sürdürmek amacıyla Avrupa'ya gitti. Bir süre diş hekimliğine ilgi duyduysa da mühendislik okumak için diş hekimliğinden vazgeçti. Fransa ve Belçika'da geçirdiği dört yılın ardından İran'a döndü ve kısa sürelerle çeşitli işlerde çalştı.
İlk hikâyelerini Paris'teyken yazdı. 1936'da Hindistan'a giderek Sanskritçe öğrendi. Buradayken Budizm'i inceledi ve Buda'nın kimi yazılarını Farsça'ya çevirdi.
Sadık Hidayet sonunda tüm hayatını Batı Edebiyatı çalışmalarına ve İran tarihi ile folklorunu araştırmaya adadı. En çok, Guy de Maupassant, Çehov, Rilke, E.A. Poe ve Kafka'nın eserleriyle ilgilendi. Hidayet birçok hikâye, kısa roman, iki tarihi dram, bir oyun, bir seyahatname ile bir dizi yergili komedi ve taslak kaleme aldı. Yazıları arasında ayrıca birçok edebiyat eleştirisi, İran folkloru ile ilgili araştırmalar ve Orta Farsça ile Fransızcadan yapılmış çeviriler yer alır. Sadık Hidayet, İran Dili ve Edebiyatını uluslararası çağdaş edebiyatın bir parçası haline getiren yazar olarak kabul edilir.
Sonraki yıllarda, zamanın sosyo-politik problemlerinin de etkisiyle, İran'ın gerilemesinin sebebi olarak gördüğü monarşiye ve ruhban sınıfına yoğun eleştiriler yöneltmeye başladı. Eserleri aracılığıyla bu iki kurumun su-i istimallerinin İran milletinin sağırlığının ve körlüğünün sebebi olduğunu gösterme çabasına girdi. Çevresine, özellikle de, çağdaşlarına yabancılaşan Hidayet, son eseri Kafka'nın Mesajı'nda ancak ayrımcılık ve baskı sonucunda yaşanabilecek bir melankoli, umutsuzluk ve ölüm halinden bahseder.
Sadık Hidayet'in en tanınmış eseri 1937 yılında Bombay'da yayımlanan Kör Baykuş'tur.
Beethoven ve Çaykovski dinlemeyi seven ve afyon tiryakiliği bilinen Sadık Hidayet, resimle de uğraştı. Günümüze kalabilen resimleri Hassan Qa'emian tarafından bir araya getirildi. Kimileri bu eserlerde sanatsal bir değer bulmazken, kimilerine göre de bunlar geleceğin resimleridir.
Ölümünü yirmi beş yıllık arkadaşı Bozorg Alevi şöyle anlatır: "Paris`te günlerce, havagazlı bir apartman aradı, Championnet caddesinde buldu aradığını. 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş, güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerin kalıntıları, yanıbaşında yerde duruyordu."
Yılmaz Güney`in de yattığı Père Lachaise (okunuşu: per laşez) mezarlığında gömülüdür.




Yazarın hayatı kaynak :  https://www.wikizeroo.org

İnce nazik ve duygusal insanlar için zor bir dünya.
Yazdıkların ve  kalemin için teşekkürler kafası karışık yalnız ve kaygılı yazar selam olsun sana.

Nihat Özgül
















Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.