VUSLÂT

  Ey gönül! Kör bir kuyuya atılmışsın çöl havası esintisiyle. Kimi gömleğini kana bulamış, kiminin gözleri görmez olmuş hasretinden. 'Bir sabah güneş doğmadan dök gözyaşını, dök ne varsa içinde. Ellerini kavuştur da dizlerinin üzerinde, bir duaya sarıl.' demişler de duymamış gibi beklemişsin öylece. Bir kuş gibi kanadın kırık ve bu yüzden içine kapatıldığın kafesi sevmişsin. Sen bu kör kuyunun karanlığını sevmişsin. Gözyaşı döktükçe zayıf, içine akıttıkça güçlü saymışsın da kendini, içindeki denizi sevmişsin. Bu yüzden belki de hak ettin orada çürümeyi. Şimdi şikayet etmen boşuna. Deniz doldu, taşmak üzere sırf bu yüzden ellerini açtın ya gökyüzüne. Yusuf gibi sabrın var mı? Diyelim ki; 'Çıktın o kuyudan.' Seni kurtarana bir sözün var mı? De ki; 'Bu ilk değil ve son olmayacak. Ben düşeceğim, düştükçe alacaksın beni avuçlarının arasına. Tozumu, toprağımı temizleyip koyacaksın yeniden hayata. Ben yine düşeceğim. Zindanlara koyacaksın belki köle olacağım, hükümdar dahi olsam düşeceğim o kuyuya. Balık misali yalnızca denizde yaşayacağımı bildiğim halde toprağa çıkacağım. Sonra çırpınırken geleceksin aklıma. Son nefesimde alıp avuçlarının arasına denize atacaksın. Ben yine hayata dalıp seni unutacağım. Bu yüzden bırak, ben bu yıkımı hak ettim.' 




  Ey gönül! Yakıcı bir ateşin avuçlarında yanıp kavrulmuşsun ne balık var ne göl. Bir damla suya hasret kalmışsın da cehenneme düşmüşsün. İçindeki ibadethanende putları yıkmışsın da aciz bir kulu put misali en derine dikmişsin. Kim kurtarabilir artık seni bu ateşin sıcaklığından? Su taşımak isteyen karıncaları ayaklarının altında ezmişsin çoktan. Oysa; 'Bir akşam güneş batmadan, kavuştur ellerini göğsünün üzerinde.' demişlerdi. 'Başını yere eğ ki çıkabilesin gökyüzüne. Vuslatını sevdiğin sevgiline.' duymamış gibi beklemişsin öylece. Hafif bir esintiye bile hasret ama sonsuz alevin koynunda yatmışsın, etin yanıp kavruldukça bu ateşi sevmişsin. Ateşin kirini, pasını, dumanını sevmişsin. Bir ceylan gibi, ardında bir kaplan, ıssız çalıların arasında kaçıp kurtulmak varken sen kaplanı sevmişsin. Boynundaki öldürücü yaralara aldırmamışsın da kaplanı son bir kez daha görmeyi istemişsin. Kaç ölüm daha aklını başına getirir? Kaç kez yanmalı, kaç kez düşmelisin? İçine ilmek ilmek dokuduğun o put derman olmayacak hiç bir yarana. Sen ki bir kula kul olmuşsun yazık! 


  Belki de bu yüzden hak ettin ateşin içinde yok olmayı. Şimdi dilinde suyun özlemiyle umut etmen boşuna. Ateş suya dönüşür dönüşmesine ama sende İbrahim'in güveni var mı? Bir karıncayı incittin, onun da sende hakkı kaldı. Eğer bir gün bu yangından kurtulursan kır o kalan son putu ve af dile karıncadan. Seni yakan o odun parçaları dönüşürse balıklara anlat onlara, 'Bir gün bir balık, aşık olmuş martıya. Oysa her canlı kendi meşrebine uygun yaşarmış. Balık her gün unutur, her gün yeniden severmiş de martının derdi hep midesiymiş. Balık, martıyı görmek için denizden kafasını çıkardığında martı onu yakalamış. Balık, çırpınırken gülümsemiş martıya. Çünkü derler ki; 'akrep sokmalı, yılan zehrini akıtmalı, balık yüzmeli, martı balığı yemeli. Herkes mizacına uygun yaşamalı bu hayatta yoksa bozulur bu dünyanın düzeni.' Sen ki ey gönül vay gönül, sen seveceksin bazen yaralı bir köpeği, bazen dalında çiçeği, bazen yüreğinde yer edemediğin sevgiliyi ama bazen de bileceksin o yangına 'dur!' diyebilmeyi. 


   Ey gönül! Dikenli yollara sürülmüşsün yalın ayak. Kimi gövdesini siper etmiş, kimi o dikenleri yoluna dizmiş. 'Bir günün hafif kızıllığında, hafifçe eğerek başını üç kez selam et asıl sevgiliye.' demişler de gözün kör, dilin suskun, ayakların tutmaz olmuş. Sen ki bu yaralı bedeni sevmişsin, dikenler battıkça akan kanı sevmişsin. Yedi kat gökyüzüne tırmanmış da vuslata erecekken kendini boşluğa salıvermişsin. Şimdi yere düştüm, yedi kat dibe battım diye ağlaman boşuna. Diyelim ki; 'Kazdı toprağı, aldı avuçlarının arasına seni. Tozuna, toprağına üfledi. Yine o boşluğa düşmeyi istemeyecek misin?' Belki de bu yüzden hak ettin bu vurgunu. Bırak yaran kanasın sen bu yaranın kabuğunu kaldırmayı alışkanlık edinmişsin. 


   Ey sevda! Bir gönlün dikişleri arasına sinsi sinsi sızmışsın, yer edinmişsin kendine. Demişler ki; 'Bak bu gönül yaralıdır. Bir gece, beşinci vaktin sonunda avuçlarını açarsa gökyüzüne,derman bulacaktır. Oysa bu gönül yorgundur, uykudadır. Bu gönülde gezeceksen kırmadan dökmeden yürümelisin bu yüzden.' Sevda duymamış gibi kırıp dökmüş umarsızca. Bir dağ gibi gönlün yarasını dağlar gibi. Vah gönül! Uzun zamandır en suskun olduğu yerden vurulmuş da belki de bu yüzden bu vurgunu sevmiş. İçinde kırılıp dökülen ne varsa temizlemiş, yarasını gizlemiş de sadece sevda içinde gezinsin istemiş. Bilememiş ki gün döner, gece olur. Ay, güneşi seyreder durur da kavuşamazmış. Çünkü her canlı meşrebine uygun yaşarmış. Derler ki; 'akrep sokmalı, yılan zehrini akıtmalı, aşık sevmeli, sevgili de hep kaçıp gitmeli yoksa bozulur bu  dünyanın düzeni.' 


Yazan: Merve Güvenlier




Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.