Düşüncelerde seyahat
Denize karşı bir bankta oturuyordum. Yan bankta oturan adamın düşüncelerini okudum. Bunu nasıl yaptığımı sormayın, bilmiyorum. Aklının ucunda Saik Faik’in şu sözü dolanıyordu: “Bir insanı sevmekle başlayacak her şey.” Demek ki bu dünyaya olan ümitleri tükenmemişti.Bu çağda zor rastgelinirdi. Merak ettim,düştüm peşine. Tüm İstanbul sokaklarını geziyorduk. O düşünceleri ile ben de onun düşünceleri ile…
O, dar sokaklarda oynayan şen çocuklara baktı ve kendi çocukluk yıllarını hatırladı. Gelmeyecek sevdiklerini ,dönmeyecek gidenleri bekledi. Beklemeyi düşündü. Bir hoşçakala sığdırılmış, bekleme ile heba edilmiş bir ömür. Gözünden yaş düştümü bilemem ama yüreğinden düştüğünü anlamak hiç de zor değildi. İlerlemeye devam ettik. Yol kenarında ki yaşlı kadınlara baktı. Annesini düşünmeye çalıştı. Gitmeden önce ki annesini, hatırlayamadığı annesini… Bunlara nasıl şahit olduğumu bilmiyordum fakat önümde parçalanmış bir çocuk kalbi olduğunu biliyordum. İlerledik yine çocuklara rastladık. Sapanlar ile oyun oynayan çocuklara baktı. Sinirlendiğini hissettim.
Anlayamadım. Düşünceleri düştü aklıma. Bir savaş;topu,tüfeği,sapanı yüzünden ölüm kaygısı ile uyunulmayan geceler, oynanılmayan oyunlar, gülünülmeyen sevinçler. Tek duygu hüzün. Tek kazanan ölüm. Anlamıştım savaşın çocuğuydu. Cellatların insafına bırakılmış zavallı bir çocuk. Çocuk olamayan bir çocuk. Devam ettik yokuşu çıkıyorduk. Elinde poşetlerle bir yaşlı amca vardı. Yüzündeki kırışıklıklar,solmuş benzi, bükülmüş beli,dökülmüş kiprikleri ile yaşını tahmin etmek hiç zor değildi. Kendi düşüncelerimi bir kenara bırakarak. Önümde ki adamın düşüncelerine fırsat verdim. Bir mahalle kahvesini düşünüyordu. Mahallenin tüm yaşlıları toplanmış, telaşlıca bişey tartışıyorlardı. Kenarda bir çocuk vardı. Korkulu gözler ile onları dinleyen. Sanki…
Sanki idam kararı ile yargılanacak bir mahkum gibi. Adamlar duruldu ve bir yaşlı adam çocuğu kolundan tutup götürdü. Ben de o çocukla gidiyordum. Sonrası mı? Koca bir karanlık çünkü düşünceleri buraya kadardı. Hikaye yine yarım kalmıştı. Merakım dinmedi, gidip sormayı düşündüm. Ne diyecektim? Nasıl anlatırdım ki? Caddeye çıktığımızda tren garı vardı. Orada duvar dibine çöktü adam.Ağlamaya başladı. Hikaye devam etmeye başlamıştı. Yaşlı adam onu tutup tren garına götürmüştü. Buradan gitme zamanı geldiğini anlamıştı. Kimseye zararı yoktu. Kimsesiz bir çocuğa kimse yardım etmek istemiyordu besbelli ve vicdanlarını rahatlatmak için ortadan kaldırıyorlardı.
Ah şu insanoğlu... Hakkında çıkan sürgün kararına itaat etmekten başka çare yoktu adamın. Hep kimsesiz kaldığı şu kâinatta onu seven tek birisi vardı. Şimdi ondan da ayrılıyordu. Trenin camından son defa görmüştü onu. “Bekle” diyemedi çünkü biliyordu ona bekle diyenleri beklemekle ömrünü harap etmişti. İstemezdi o kızın da ömrünü harap etmesini. Zaten bekle diyenler hiçbir zaman gelmezdi. Görülmemiş bişeydi bu. Tren hareket etmişti. Aklı,fikri, kalbi orada kalmıştı.Memleketinde, sevdiğinde. Buralara gelmişti işte. O çocukta bu adam da bu duvar dibine çöküp ağlamıştı.Bunları yaşayan birisinin hayattan ümidi olması, insanları sevmekten vazgeçmemesi değişikti. Alışılagelmiş bişey değildi.
O, dar sokaklarda oynayan şen çocuklara baktı ve kendi çocukluk yıllarını hatırladı. Gelmeyecek sevdiklerini ,dönmeyecek gidenleri bekledi. Beklemeyi düşündü. Bir hoşçakala sığdırılmış, bekleme ile heba edilmiş bir ömür. Gözünden yaş düştümü bilemem ama yüreğinden düştüğünü anlamak hiç de zor değildi. İlerlemeye devam ettik. Yol kenarında ki yaşlı kadınlara baktı. Annesini düşünmeye çalıştı. Gitmeden önce ki annesini, hatırlayamadığı annesini… Bunlara nasıl şahit olduğumu bilmiyordum fakat önümde parçalanmış bir çocuk kalbi olduğunu biliyordum. İlerledik yine çocuklara rastladık. Sapanlar ile oyun oynayan çocuklara baktı. Sinirlendiğini hissettim.
Anlayamadım. Düşünceleri düştü aklıma. Bir savaş;topu,tüfeği,sapanı yüzünden ölüm kaygısı ile uyunulmayan geceler, oynanılmayan oyunlar, gülünülmeyen sevinçler. Tek duygu hüzün. Tek kazanan ölüm. Anlamıştım savaşın çocuğuydu. Cellatların insafına bırakılmış zavallı bir çocuk. Çocuk olamayan bir çocuk. Devam ettik yokuşu çıkıyorduk. Elinde poşetlerle bir yaşlı amca vardı. Yüzündeki kırışıklıklar,solmuş benzi, bükülmüş beli,dökülmüş kiprikleri ile yaşını tahmin etmek hiç zor değildi. Kendi düşüncelerimi bir kenara bırakarak. Önümde ki adamın düşüncelerine fırsat verdim. Bir mahalle kahvesini düşünüyordu. Mahallenin tüm yaşlıları toplanmış, telaşlıca bişey tartışıyorlardı. Kenarda bir çocuk vardı. Korkulu gözler ile onları dinleyen. Sanki…
Sanki idam kararı ile yargılanacak bir mahkum gibi. Adamlar duruldu ve bir yaşlı adam çocuğu kolundan tutup götürdü. Ben de o çocukla gidiyordum. Sonrası mı? Koca bir karanlık çünkü düşünceleri buraya kadardı. Hikaye yine yarım kalmıştı. Merakım dinmedi, gidip sormayı düşündüm. Ne diyecektim? Nasıl anlatırdım ki? Caddeye çıktığımızda tren garı vardı. Orada duvar dibine çöktü adam.Ağlamaya başladı. Hikaye devam etmeye başlamıştı. Yaşlı adam onu tutup tren garına götürmüştü. Buradan gitme zamanı geldiğini anlamıştı. Kimseye zararı yoktu. Kimsesiz bir çocuğa kimse yardım etmek istemiyordu besbelli ve vicdanlarını rahatlatmak için ortadan kaldırıyorlardı.
Ah şu insanoğlu... Hakkında çıkan sürgün kararına itaat etmekten başka çare yoktu adamın. Hep kimsesiz kaldığı şu kâinatta onu seven tek birisi vardı. Şimdi ondan da ayrılıyordu. Trenin camından son defa görmüştü onu. “Bekle” diyemedi çünkü biliyordu ona bekle diyenleri beklemekle ömrünü harap etmişti. İstemezdi o kızın da ömrünü harap etmesini. Zaten bekle diyenler hiçbir zaman gelmezdi. Görülmemiş bişeydi bu. Tren hareket etmişti. Aklı,fikri, kalbi orada kalmıştı.Memleketinde,
Birden omzumda bir el hissettim. Bir kız çocuğu saati soruyordu. Etrafıma baktığım da sahilde oturduğum banktaydım. Çocuğa sımsıkı sarıldım. Ağlamaya başladım. Hiçbir şeye anlam veremedim. Üzerinde çok da durmadım. Saik Faik’in şu sözünü anlamamız, hayatımıza nakşetmemiz kâfiydi. “Bir insanı sevmekle başlayacak herşey.”
Yazan:Beyzanur Soydaş
Leave a Comment