Hüzün gecesi
Karanlık günlerden birinde kırmızı şaraba dokundu dudakları. Tefe vurdu
adam, şarabı yudumladı kadın. Gece tüm mahiyetini kaybetmişken bir çocuk şarkı
söyledi. Aşk şarkısı değil, savaş şarkısı değil, çocuk şarkısı hiç değil,
hüznün şarkısını okudu çocuk. Kadın şarabını yudumladı.
Tozdan rengi griye dönmüş yeşil koltuğunda doğruldu kadın. Tefe vuran adamı ve çocuğun şarkısına aldırış etmeden gezdirdi gözlerini odanın içinde. Duvardaki fotoğrafa takıldı gözleri. Siyah uzun saçları dalgalandı fotoğrafta. Yeşil gözleri parladı. Bir hayale daldı. Deniz kıyısında, dalgalar denize vururken, rüzgarda savrulurdu saçları ve ekoseli eteğinin ucu. Hayalinden sıyrılan kadın, eline paslı el aynasını aldı. Kırışık yüzü ve ak düşen saçlarını görünce bir yudum daha aldı şarabından kadın. ‘Ah! Umudumu kaybetmek, gençliğimi kaybetmekten daha da kötüymüş.’ Yere atarak kırdı aynayı. Parçaları toplayarak attı pencereden aşağı. Kırık parçalar, kırık dökük bir çocuk parkına düştü. Sigaradan sararmış perdelerine takıldı gözleri. Her sabah uyandığında ‘perdeleri bugün yıkayacağım.’ Derdi. Fakat sararmış dişlerine bir çözüm aramazdı. Şarabından bir yudum daha aldı.
İnledi gece, bir aşığın yüreği kadar. Tefe vurdu adam, kadının şarabına çocuğun şarkısına aldırmadan. Oturduğu kilimin sökülen ipini kopartarak çıplak ayaklarının ucuna koydu. Vurdukça tefe, kalkan toz terine karıştı. Bir ilahi gümledi tefin derisi üzerinde. Karanlık gecenin bir yarısı adam hüzünlü bir ilahiyle andı sevdiğini. İlahinin özünde buldu kendini. Çok söz tek özü vardı. Hu!
‘Tut elimden, tut beni ey özüm.
Dünyaya dalmaktan kör oldu gözüm
Yuttum dilimi, kaldı geriye tek sözüm
Kalmadı sana yüzüm ey hu!’
Bir işaret bekledi gecenin karanlığında gökten. Bir ışık, bir rüzgar, bir ses. İşaret yoktu. Ayağa aniden kalkarak attı hırkasını omuzlarından, fırlatıp attı tefini. Gümleyerek yırtıldı derisi. Döndü odanın ortasında. Günler geceler döndü durdu kendi etrafında. Dilinde özlediğinin adı yalnızca Hu! Döndükçe döndü başı. Bir sarhoşlukla aynada gördü yaşlanmış yüzünü. ‘Ah’ dedi. ‘Ah! Nasıl yanıyor bedenim. Sadece bir işaret bekledim. Umudumu kaybetmek, O’ndan işaret gelmemesinden daha da kötüymüş.’ Kırdı aynayı, kırılmıştı kalbi. Durduğu yerde dönmeye devam etti, ta ki sevdiğine kavuşana kadar.
İncecik bir ses çınladı gecede. Şarap içen kadına, durmadan dönen adama aldırmadan, hüznün şarkısını söyledi çocuk. Ne dediğini kimse anlamıyor, yalnızca kendisi biliyordu. Çünkü hüznün dili kişiye özeldi. Kırık dökük çocuk parkında, zinciri paslı bir salıncakta otururken söyledi şarkısını. Durdurdu salıncağı, oynamak gelmedi içinden. 5 yaşında koca bir adam olmuştu farkına varmadan. Bir hıçkırık tuttu çocuğu iki yakasından. Sıktı dişlerini, dudağını ısırdı. Koca bir adamdı artık ve büyük adamlar ağlamazlardı. Kalktı yerinden koşmaya başladı. Nefes nefese titreyen sesine aldırış etmeden şarkısına devam etti.
Mutlu günlerde, ben saklanırdım sen bulurdun beni baba
Şimdi seni arıyor yüzüm, saçım, nereye saklandın baba?
Beni soysuz geceye nasıl emanet ettin baba?
Sen elimi tutmazsan ben nasıl yürürüm?
Yanımda olmazsan küçük kalırım ben nasıl büyürüm baba?
Koştu koştu. Dönüp dolaşıp geldiği yer yine kırık dökük parktı. Yürürken kırık bir ayna parçasında gördü yüzünü. Şarkı sustu, çocuk sustu, ayna konuştu. ‘Büyümek buysa istemem kalsın. Çocukluğumu ve babamı geri ver bana Rabbim.’ Durdu, bekledi kollarını açarak. Babası gelecek ve ona sarılacaktı, gelmedi. ‘ Rabbim’ dedi. ‘Rabbim umudumu kaybetmek çocukluğumu kaybetmekten daha da kötüymüş.’ Attı yere aynayı, şarkı söylemeye devam etti.
Yoruldu gece, sessizliğe büründü. Çocuğun şarkısına, kadının şarabına, adamın tefine aldırmadan sürekli yazı yazdı genç bir kız. Çocuğun hüznünü, kadının gençliğini ve adamın özlemini yazdı. Sonuna kadar açtı odasının penceresini ama saçları savrulamadı rüzgarda. Odasında duran ilaçlara takıldı gözleri. Her yazar biraz deli değil midir? ‘Korkmadan uyuyabilmek için bunlardan kaç tane içmem gerek?’ diye düşündü. Tüm kutuyu yutmak istese de yapamadı, korktu. Kağıdı, kalemi bırakarak aynanın karşısına geçti. Kendisiyle göz göze geldi. Bir hayat bahşedilmişti ona. Hayatı kazanabilmesi için herkes biraz bedel ödemişti. Ama kimse ona sormamıştı, ‘bu hayatı istiyor musun?’ diye. Aynada gördüğü yüzden bile sıkılmıştı. Bağırdı gökyüzüne; ‘Ey dostum!’ dedi hıçkırıkları sözünü kesti. Çünkü dostuna ihanet etmiş ve ona sırt dönmüştü. Gücünü toplayarak devam etti; ‘Ey dostum! Derdime ortak, mutluluğuma destek ol. Her yerde olan seni görmeyi bıraktım. Çiçeğin özünü görmektense yalnızca yüzünü gördüm. İçime baksam seni bulacağım ama ben dışıma öylesine daldım ki seni unuttum. Bu hayatı istiyor musun diye sorsan ‘hayır’ derdim. Ah dostum! Umudumu kaybetmek, intihar etmekten daha da kötüymüş.’ Dedi yorgun yazar ardından kesme işaretini koydu.
Gece dinledi, kadını şarabından, adamı özleminden, çocuğu babasından, yazarı kağıdından ayırmadan. Sessizce, onların yüreklerine doldu gece ve ay ışığını yalnızca kendisine sakladı. Gün aydınlığında yüreklerde yalnızca gecenin sessizliği ve karanlığı kaldı.
Yazan : Merve Güvenlier
Leave a Comment