Şehrin vedası


     

www.rengihayat.net



Bir şehre düştüm, gözlerim bağlı. Sisli şehrin sokaklarında yollarımı kaybettim gözlerim kör. El yordamıyla ışığı aradım, bulmak ne mümkün? Yaz günü kar taneleri düştü avuçlarıma. Kirpiklerimdeki ıslaklık kar tanelerinden mi kaynaklı bilemedim. Sokağın en ıssız köşesinde, ıslak bir sokak köpeği gibi sinerek bir köşede üşüdüm. Önümden geçip giden insanların ayak seslerini dinledim. Kimse durup bakmadı. Eğer elimi tutup kaldıran olsaydı, belki açılırdı gözlerim. İşte sırf bu yüzden yavru bir sokak köpeğine sarıldım, çiçekleri kırmadan okşadım, yağmurlara dokundum. İşte sırf bu yüzden insanları göremez oldum. Sokağın o karanlık köşesinde ne kadar kaldım bilmiyorum. Uyandığımda büyümüştüm, sarıldığım sokak köpeği büyümüştü. Ellerimle dokunarak rüzgara, duvarlara, taşlara daha aydınlık sokaklarda dolaştım. Yanımda hala bir sokak köpeği… yeni adımlara, yeni umutlarla yeşerdim. ‘Bu kez sevmeliyim hak eden her şeyi.’ Saçlarıma dokunan yağmur damlalarını sevdim, parmaklarımı kanatan duvarları, esip gürleyen rüzgarı, bu sisli şehri sevdim. Tanrı’yı zaten her zaman severdim, o da beni severdi bilirim. Hatta bir gün, gözlerim bağlanmadan önce, taşa dönüşmeye yüz tutmuş yüreğimi avuçlarına alıp tozunu, kirini silmişti. Ona ettiğim ihanetlere aldırış etmeden. Üzerinden çok zaman geçmiş olsa da bilirim ki alnımın yere, kalbimin ona uçmasını bekledi. Ben ise bir elma ağacının dibinde usulca oturup, elmaların olgunlaşmasını bekledim.

        Bir şehre düştüm, gözlerimin bağlıydı. Yağmurlu şehrin sokaklarında yolumu bulmaya çalışırken bana toprak kokusu rehberlik etti. El yordamıyla kokunun kaynağını bulduğumda minik elleriyle gözlerimdeki bağları çözüverdi topraktaki kardeşim. Gün ışığında kamaştı gözlerim. Her şeyi, herkesi görmeye başladıkça daha da güçlendim. Güçlendikçe şehirden çıkış yolları aradım. Tam yolu yarıladım derken bir rüzgar esti. Öyle bir rüzgar ki uçurtma gibi gökyüzünde savruldum. Rüzgarın şiddetiyle eski, unutulmaya yüz tutmuş bir kapı açıldı gözlerimin önünde. Kapının ardında, tozlanmış mavi koltuklar ve iki küçük erkek çocuğunun hayali vardı. Ben çocuk mu oldum, kadın mı oldum bilemedim ama sıcak sobanın kenarına oturup bir masal anlatmaya koyuldum; ‘ Bir varmış, bir yokmuş. Zamanın birinde uzak diyarlarda deniz kokan bir şehir varmış. Bu şehirde de tüm dünyayı seven, herkese gülümseyen bir kadın yaşarmış. Kadın sokaklarda şarkı söyleyerek dolaşır, gördüğü herkese, her şeye gülümsemeden geçip gitmezmiş. Yine bir gün, selamlarken kuşu, kelebeği, gülü bir adam yaklaşmış yanına. Kalbinin yerini unutan bu adam, kadının saçlarına birkaç papatya takıvermiş. Kadın öyle bir gülümsemiş ki adama, kimseye olmadığı kadar. Günler, ayları aylar, yılları kovalamış. Kadın papatyaları saçlarından bir an olsun çıkarmamış. Kadının artık gülümsemesi o, sesi o, şarkısı oymuş. Zaman geçmiş, kadın yine sokaklarda şarkı söyleyerek dolaşırken adamı görmüş, yanında başka bir kadın, kucağında bir erkek çocuğu ile. Kadın söküp atmış saçlarından papatyaları, sesi kısılmış, çığlığı duyulmamış. O günden sonra gözlerini bağlamış sıkı sıkı. Kimseyi görmek istememiş. Gökten üç elma da düşmemiş. Düştüyse de kadın zaten göremezmiş.’ Masal bittiğinde bir sızı, ardından bir ayak sesi duydum. Hayalimdeki iki küçük erkek çocuğuna anlattığım masalımın kahramanı çaldı kapımı. İçeri çamurlu ayaklarıyla girip, sobadaki ateşle yaktı gönlümü, ardından 2 küçük erkek çocuğunun yüzüne üfledi karanlığını. Çocuklarım bir toz bulutu şimdi. Yangınım, yanılgım, karanlığım gözlerime bakarak yarasını gösterdi. Ben bir deniz o ise bir damlaya muhtaçtı şimdi. Uzun zaman sonra gökyüzüne kaldırarak ellerimi, sordum Tanrı’ya; ‘ Sen bir denizsen bile, bir damlan ona haramdır.’ Dedi. Adamın yarasına aldırış etmeden kalktım yerimden, önce kalbimdeki yangınıma su oldum, sonra üzerimdeki toza, buluta, küfe rüzgar oldum. Adamı içeride bırakarak, eskimeye yüz tutmuş kapıyı tozlu mavi koltukların, iki küçük erkek çocuğunun ve adamın yüzüne kapadım.

       Bir şehre düştüm. Gözlerim bağlıydı, çözdüm. Şehir yağmurluydu, sisliydi, rüzgarlıydı. Güneş açar elbet. Saçlarıma konan kelebek bunun habercisi değil mi? Yanıma umudumu, sesimi, şarkılarımı, gülüşümü ve sokak köpeğini aldım. Yüzümü kaldırarak gökyüzüne göz kırptım. Tanrı’nın adaletine boyun eğerek yola çıktım. Yürüyorum yorulmadan. Çünkü artık düştüğüm yerden kalkmalı, düştüğüm şehri geçmişte bırakmalıyım. Saçlarıma konan kelebek bunun habercisi değil mi?


Yazan : Merve Güvenlier

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.