Rüzgara ağıt
‘
‘Ey rüzgar! Alacağım var senden! Biraz yağmur, biraz gökyüzü, biraz güneş ışığı ver bana!’ Yetişir mi bir kadının ince sesi yeryüzünden gökyüzüne? Derin bir yara gibi o yaranın kabuğunu kaldırır gibi derin. Kadın yorgun ve solgun çıldırmaya az kaldıysa kim duyar sesini? O kadın benim ve iyi tanırım. Küçük bir kadınken avuçlarını gökyüzüne kaldırır, yüzünü yere indirirdi. Aşk kelimesini zihnine kazır, avuçlarında kanatlandırıp gökyüzüne bırakırdı. Uykudayken ılık rüzgar saçlarını okşar, kadın rüzgara parmaklarıyla dokunur ağlardı. Kalbinin ibadethanesinde mumlar yakardı, kadın yanardı, yandıkça aşkla dolardı. Rüzgar eserse mumları harlar, kadın daha da yanardı. Bir gün esmedi rüzgar, kadının saçlarını da okşamadı. Çünkü kadın ihanet etmişti aşkına, cahildi ve bir anda sevmişti bir adamı. Rüzgar terk etti kadını. Adam da kaçıp gitti, zaten aşktan ne anlardı? Kadın geri dönüp baktığında özledi rüzgarın esintisini. Rüzgar onu affetmedi, kadın düştü, kadın yoruldu. Bir gün rüzgar öyle bir sert esti ki kadının yüreğindeki tüm mumları üfledi gitti. Kadın o günden sonra kopardı tüm karahindiba çiçeklerini, kimse dilek dileyemesin diye. Düştüğünde kalkmadı, dizleri hala çamur. Mumlar söndükten sonra kalbinin ibadethanesinde yağmurlar hiç dinmedi. Tüm güzellikleri alıp götürdü yağmur. Kadın seslendi rüzgara içten içe, ‘ Düştüm, gördün ve tutmadın ellerimden. Şimdi gittikçe gideceğim dibe kazacağım toprağı gerekirse ulaşıncaya dek ölen kardeşime.’ Tırnaklarının içi toprak, yüreğinde toprak özlemi… Kazdıkça dibe gömüldü, gömüldükçe nefesi kesildi. Bağırdıkça sesi kesildi, akan gözyaşı kesildi. Toprakla bütün olmak istedikçe yaşam bahşedildi. ‘Yeter’ dedikçe gökyüzü gürledi; ‘Yetmez!’ Kadın var olan gücüyle seslendi, ‘Rüzgar gel, es, yık geç üzerimdeki toprağı. Gökyüzünü görmeliyim.’ Rüzgar duymadı, duyduysa da önemsemedi. Kadın avuçlarını açmak istediyse de toprakla doldu. Sonra duydu ki rüzgar üflemiş tüm karahindiba çiçeklerine. Polenlerini savurmuş dört bir yana, bir tanesi dışında. Kimse dilek dileyemesin diye. Geride yalnızca cılız vücutları kalmış.
O kadın bendim ve iyi tanırdım. Artık tanıyamıyorum. Tırnakları toprak dolu, sözleri toprak kokuyor. Özlüyor güneşin kızıllığını, rüzgarın tadını, yağmurlara dokunmayı. Oysa eskisi gibi değil hiçbir şey ve olmayacak. Sevemeyecek onu toprağın çocukları, sevemeyecek artık rüzgar ve kadın sevemeyecek artık yaşamayı. Bir mahkum gibi zaman doldurmak adına bekleyecek toprağın altında toprağın onu kabullenmesini. Günlerce kabullenmeyi bekleyerek yahut arzulayarak intiharı, bekleyecek.
O kadın ben miyim değil miyim bilemiyorum. Belki başka biriydi ve ben yalnızca izledim olanları. Belki bendim, ölendim ama ölemedim. Bir yolculuğa hazırlanır gibi hazırlandım oysa bu duruma. Geride bırakacaklarım hazır. Anneme kalan son karahindiba, kardeşime birkaç oyuncak bile bağışladım. Dolu dizgin mektupları gökyüzüne savurarak rüzgarın beni almasını bekledim. Rüzgar esmedi, elimde kalan yalnızca dondurucu soğuk. Uyumak istiyorum toprağın koynunda ama hala uykusuzum. Bu yüzden alacaklarım var rüzgarın elinden. Biraz yağmur, biraz gökyüzü, biraz güneş ışığı ve bir avuç toprak...
‘Ey rüzgar! Alacağım var senden! Biraz yağmur, biraz gökyüzü, biraz güneş ışığı ver bana!’ Yetişir mi bir kadının ince sesi yeryüzünden gökyüzüne? Derin bir yara gibi o yaranın kabuğunu kaldırır gibi derin. Kadın yorgun ve solgun çıldırmaya az kaldıysa kim duyar sesini? O kadın benim ve iyi tanırım. Küçük bir kadınken avuçlarını gökyüzüne kaldırır, yüzünü yere indirirdi. Aşk kelimesini zihnine kazır, avuçlarında kanatlandırıp gökyüzüne bırakırdı. Uykudayken ılık rüzgar saçlarını okşar, kadın rüzgara parmaklarıyla dokunur ağlardı. Kalbinin ibadethanesinde mumlar yakardı, kadın yanardı, yandıkça aşkla dolardı. Rüzgar eserse mumları harlar, kadın daha da yanardı. Bir gün esmedi rüzgar, kadının saçlarını da okşamadı. Çünkü kadın ihanet etmişti aşkına, cahildi ve bir anda sevmişti bir adamı. Rüzgar terk etti kadını. Adam da kaçıp gitti, zaten aşktan ne anlardı? Kadın geri dönüp baktığında özledi rüzgarın esintisini. Rüzgar onu affetmedi, kadın düştü, kadın yoruldu. Bir gün rüzgar öyle bir sert esti ki kadının yüreğindeki tüm mumları üfledi gitti. Kadın o günden sonra kopardı tüm karahindiba çiçeklerini, kimse dilek dileyemesin diye. Düştüğünde kalkmadı, dizleri hala çamur. Mumlar söndükten sonra kalbinin ibadethanesinde yağmurlar hiç dinmedi. Tüm güzellikleri alıp götürdü yağmur. Kadın seslendi rüzgara içten içe, ‘ Düştüm, gördün ve tutmadın ellerimden. Şimdi gittikçe gideceğim dibe kazacağım toprağı gerekirse ulaşıncaya dek ölen kardeşime.’ Tırnaklarının içi toprak, yüreğinde toprak özlemi… Kazdıkça dibe gömüldü, gömüldükçe nefesi kesildi. Bağırdıkça sesi kesildi, akan gözyaşı kesildi. Toprakla bütün olmak istedikçe yaşam bahşedildi. ‘Yeter’ dedikçe gökyüzü gürledi; ‘Yetmez!’ Kadın var olan gücüyle seslendi, ‘Rüzgar gel, es, yık geç üzerimdeki toprağı. Gökyüzünü görmeliyim.’ Rüzgar duymadı, duyduysa da önemsemedi. Kadın avuçlarını açmak istediyse de toprakla doldu. Sonra duydu ki rüzgar üflemiş tüm karahindiba çiçeklerine. Polenlerini savurmuş dört bir yana, bir tanesi dışında. Kimse dilek dileyemesin diye. Geride yalnızca cılız vücutları kalmış.
O kadın bendim ve iyi tanırdım. Artık tanıyamıyorum. Tırnakları toprak dolu, sözleri toprak kokuyor. Özlüyor güneşin kızıllığını, rüzgarın tadını, yağmurlara dokunmayı. Oysa eskisi gibi değil hiçbir şey ve olmayacak. Sevemeyecek onu toprağın çocukları, sevemeyecek artık rüzgar ve kadın sevemeyecek artık yaşamayı. Bir mahkum gibi zaman doldurmak adına bekleyecek toprağın altında toprağın onu kabullenmesini. Günlerce kabullenmeyi bekleyerek yahut arzulayarak intiharı, bekleyecek.
O kadın ben miyim değil miyim bilemiyorum. Belki başka biriydi ve ben yalnızca izledim olanları. Belki bendim, ölendim ama ölemedim. Bir yolculuğa hazırlanır gibi hazırlandım oysa bu duruma. Geride bırakacaklarım hazır. Anneme kalan son karahindiba, kardeşime birkaç oyuncak bile bağışladım. Dolu dizgin mektupları gökyüzüne savurarak rüzgarın beni almasını bekledim. Rüzgar esmedi, elimde kalan yalnızca dondurucu soğuk. Uyumak istiyorum toprağın koynunda ama hala uykusuzum. Bu yüzden alacaklarım var rüzgarın elinden. Biraz yağmur, biraz gökyüzü, biraz güneş ışığı ve bir avuç toprak...
Yazar: Mevre Güvenlier
Leave a Comment