Yüzleşme
‘Günaydın’ dedi kadın. ‘Hadi uyan gün aydı. Sen gözlerini aç, doğmayan güneş kızarsın gökyüzünde. Sen gönlünü aç, midemde uçmayan kelebek utansın. Tan yeli eser de üşürsen, bana kokunu getirmeyen gökyüzü ağlasın. Gece vakti uyur uyanık bir vakitte, rüyamda gördüm seni. Aç gözlerini, beni dinle hoşuna gitmese bile. Uzunca, ağaçlı bir yolda ellerimden tutuyorsun, benden mutlusu yok. Gözlerine bakıp, yıllar sonra iki küçük erkek çocuğumuz olacak diyorum sana. Hayallerimde iki küçük erkek çocuğunu büyütüyorum. Kısa pantolonları ve kırmızı papyonlarıyla bir bayram sabahı. Kıvırcık, sarı saçlarını taramışım çocukların. Yataklarının başucunda duran kırmızı rugan ayakkabılarını giydiriyorum. Bir bayram sabahı ki sanki gün yalnızca bize aymış, sanki yalnızca bizim bayramımız. Camdan dışarıyı izliyorsun, gözlerinden bulutlar geçiyor. O bulutlar gökyüzünü karartıyor. ‘Kapat gözlerini’ diye yalvarıyorum sana. ‘Kapat gözlerini, kararsızlığın karartacak yüreğimi.’ Ardından bir fırtına esip savuruyor çocuklarımın saçlarını, papyonlarını ve rugan ayakkabılarını. Günlük güneşlik hayallerim bir toz bulutu şimdi. Yüzüme bakıyorsun, pişmanlık yok gözlerinde. ‘Bakma’ diyorum. ‘Beni de yok edeceksin.’ Gülümseyip, ‘en başından beri biliyordun.’ Diyorsun. ‘Ben yalnızca yıkıp dökmesini bilirim.’ Ardından çıkıyorsun kapıdan, başka bir kadınla hayallerimi gerçekleştirmek adına. Başka bir bayram sabahı yeni doğan oğlunuzun kırmızı rugan ayakkabılarını bağlamak için çıkıyorsun o kapıdan. Ben ise o fırtınadan sağ kalan anılarımı toparlayıp bekliyorum. Yüzyıllarca bekliyorum neyi beklediğimi bilmeden. Bir kez pişman olduğunu görsem incelen yerinden düğüm atacağım umutlarımın, hayallerimin, hayatımın. Seni yeniden istemek yahut özlemek değil bu, boğulmak üzereyken nefes alabilme umudu yalnızca.
‘Günaydın’ dedi kadın. ‘Hadi uyan, gün batmak üzere. Bugün de benim için aç gözlerini, batmak üzere olan güneş yeniden doğsun. Çünkü gerçekleri görebilmen için gerçekten uyanman gerekir. Dün gece hiç uyumadım. İnsan uyumadan kâbus görür mü? Ben gördüm. Soğuk, sisli bir şehirde ağaçsız, çıplak yollardan birinde bir başıma yürürken arkamda bir gölge gibi yürüyorsun. Avucumda sıkı sıkıya küçük kırmızı bir ayakkabı tutuyorum. Bu şehirde açan ilk ve son çiçeği koparıyorsun. ‘Neden kopardın?’ diyorum. ‘Bu şehir için, benim için tek umuttu o. Yalnızca bir çiçek koparmadın sen, yakamozu kopardın, güneşi gökyüzünden silip attın, midemde uçuşan kelebekleri öldürdün sen. Neden yaptın?’ Yüzüme bakıyorsun gülümseyerek, gözlerinde yine aynı bulutlar. ‘Biliyordun’ diyorsun. ‘Ben yalnızca kırmayı bilirim ve sen bunu her zaman biliyordun.’ Bana arkanı dönüp koşmaya başlıyorsun, attığın her adımda bir yağmur tanesi düşüyor saçlarıma ve üşüyorum. Kopardığın çiçeği başka bir kadına uzatıyorsun, önünde diz çökerek. Kadın yanıma yaklaşıyor usulca. Sıkı sıkıya kapattığım avucumu tırnaklarıyla kanatarak açıyor. Ayakkabıyı alıp çamurlu bir su birikintisine atıyor. Sen ise bunu yalnızca izliyorsun. Ardından kadının ellerinden tutup uzaklaşıyorsun. Benim saçlarıma düşen yağmur size güneş olarak doğuyor. Su birikintisine oturup ayakkabının çamura batışını izliyorum. Ardından uyanıyorum. Hayır! Gerçekten değil, kâbusun içinde uyanıyorum sanki. Üstüm başım hala çamur, gökyüzü zifiri karanlık, gece hava zemheri… Rüzgara karşı bir bankta oturuyorum, artık neyi beklediğimi biliyorum. Yüzyıllar öncesinde gönlüme bıraktığın bu cam parçalarını, içimden almanı istiyorum. Yeterince kanayan tüm kesiklere merhem sürmelisin. Çünkü bana yitip giden bir ömür borçlusun. Midemde yeniden kelebekler uçmasını istemek değil bu, onların kanatları çoktan yandı. Yalnızca ateşin içinde erimekte olan bu deri ve kemik parçasının denize kavuşma arzusu.
‘Günaydın.’ dedi kadın. ‘Artık uyan ve aç gözlerini gün çoktan battı, yeni gün doğmak üzere. Sen aç gözlerini, gecenin bu saatinde uyuyanlar utansın. Hatırlar mısın? Sana bir gün yüreğimi açmıştım. Orada kendini ilmek ilmek işlenmiş gördüğünde inanamamıştın. Ne yapacağını bilemeden kaçıp gitmiştin. Şimdi anlıyorum kaçmanın sebebi korkuydu. Hayatında hiç bu kadar sevilmediğin için korkmuştun. ‘Hoşça kal.’ Demeye bile cesaretin yoktu da onu da benden beklemiştin. O ‘Hoşça kal’ sözcüğü yalnızca bir sözcük değildi. Bunu da bilemedin belki. Çünkü ben hiç hoşça kalamadım. Senin gördüğün zaman inanamadığın ilmekleri kanatarak çözdüm. Sen o sırada başka bir kadınla, soğuk bir yatakta uyuyordun. Ama tüm kâbusları ben gördüm. ‘Sen mutlu ol yeter ki ben seni sensiz de severim.’ demiştim sana. Sözümü tutamadım. Sevgi değil bu içimdeki, pişmanlığın zerresini görsem sende, affedeceğim tüm fütursuzca kurduğum hayalleri. Senin mutsuz olmanı istemek de değil, boğulmamak için yüzmeyi öğrendim sadece.
‘Güzelce uyu.’ Dedi kadın. ‘Gözlerini kapatmalısın. Çünkü gerçekleri gördüğünde göz bebeklerin sızlayacak. Benim yıllar önce gördüğüm tüm rüyaları, kâbusları senin şimdi görebilmen çözemediğim son ilmeği de çözebilmeme yardımcı oldu. Artık boğulmak yok, yanmak yok, kelebekler yok, yaralarım kapandı. Beni yıllar önce yakan bu ateş şimdi sende pişmanlık olmuş. O kadın, sevememiş seni benim gibi. Beni değil, sevgimi özlemişsin. Gördüğüm rüyalar çıkar bilirsin. Rüyamda gözlerime yeniden bakıyordun ama bu kez bulutlar yoktu, güneş apaçık ortada. ‘Özür dilerim.’ Dedin. ‘Tüm hayallerinden, umutlarından, nefessiz kaldığın her an için özür dilerim.’ Yüzüne gülümseyip, ‘Biliyordun.’ Dedim. ‘Biliyordun seni affedeceğimi çünkü ben yalnızca affetmeyi bilirim, eğer gerçekten pişmansan.’ Artık biliyorsun ne ‘hoşça kalmak’ ne de ‘affetmek’ birer sözcükten ibaret değil. İşte bu yüzden affettim geçmişe dair her şeyi ve gömdüm seninle birlikte. İşte bu yüzden hoşça kaldım sonunda. Seni gömdüğüm toprağa yeniden çiçekler ektim. Hayallerimi yeşerttim yeniden. Bugün gün güzel aysın. Farklı hayatlarda, farklı bayramları kutlayalım. Bugün kırmızı bir papyon al oğluna, kırmızı rugan ayakkabılarını yatağının yanı başına koy, bugün benim için kısa pantolon giydir ona. Siyah saçları uzadığında benim için tara. Yeşermekte olan bir demet gül al yanındaki kadına ama onları da koparma. Farklı hayatlarda, farklı şehirlerde yaşayalım. Seni gördüğüm tüm kâbusları unutalım. Geçmişi silmek değil bu aslında, affetmek. Gün ağarmak üzere, Tan yeli eserse huzur taşısın, umut getirsin. İyimser olmak da değil bu, kül olmamak için yanan yüreğe su serpmeyi öğrenmek yalnızca.
Yazar: Merve Güvenlier
Leave a Comment