Vincent van Gogh'un sağlığı
Vincent van Gogh'un sağlığı üzerine varılmış bir görüş birliği yoktur. 1890 yılında ölümü genel olarak intihar kabul edilmiştir. Hangi rahatsızlıklardan ya da hastalıklardan muzdarip olduğu konusunda çeşitli varsayımlar bulunmaktadır. Bu varsayımların arasında epilepsi, bipolar bozukluk, güneş çarpması, akut intermitant porfiria, kurşun zehirlenmesi ve Ménière hastalığı da bulunmaktadır.
Semptomlar
Van Gogh'un mektupları ve Saint-Rémy akıl hastanesi kayıtları gibi çeşitli dokümanlarda bazı semptomlar anlatılmıştır. Van Gogh'un gösterdiği semptomlar arasında hazımsızlık ve mide rahatsızlığı, halüsinasyonlar, kâbuslar, uyuşukluk, unutkanlık, iktidarsızlık, insomnia ve anksiyetesayılabilir.
Van Gogh ara sıra tekrarlayan bir çeşit atak ya da nöbetlerden muzdaripti ve böyle bir atak sırasında 23 Aralık 1888'de kulağının bir kısmını ya da muhtemelen tamamını keserek kendini yaraladı. Bu nöbetin ardından yatırıldığı Arles'daki hastanede konulan teşhis "genel deliryum ile akut mani" olmuştur. Hastanede çalışan genç Dr. Félix Rey ayrıca zihinsel epilepsi olarak tarif ettiği "bir çeşit epilepsi" olduğunu da önermiştir.1890 yılında bu nöbetler daha sıklaşmaya başladı ve en uzunu 1890 yılının Şubat ve Nisan ayları arasında 9 hafta sürdü. İlk olarak bilinç karışıklığı ve bilinç kaybı ile başlayan nöbetler uyuşukluk ve tutarsızlıklarla devam etti; nöbetler sırasında ne resim yapabiliyor ne de mektup yazabiliyordu.
Van Gogh'un mektuplarında en sık görülen şikâyetler midesi ile ilgili rahatsızlıkları ve hazımsızlıktır.Van Gogh sıklıkla halüsinasyonlar ve kabuslar görüyordu. Çoğunlukla yüksek ateşten şikâyetçiydi.Çeşitli zamanlarda uyuyamadığından yakınıyordu. Lahey'de belsoğukluğu teşhisi konmadan önce üç hafta kadar uyuyamamıştı; bu uykusuzluk ve ateş muhtemelen enfeksiyon hastalığındandır. Bazen uyuşukluk içinde kalıyordu. Van Gogh Arles'a geldikten sonraki yaz Theo'ya bir ay sonra da Bernard'a iktidarsızlığından bahsetti.Van Gogh yaşamının sonuna doğru mektuplarında çeşitli kereler intihardan bahsetti ancak Naifeh ve Smith, van Gogh'un asıl olarak intihara karşı olan inançlarına dikkati çekerler.
Davranışı
Amerikalı psikiyatr Dietrich Blumer gibi çok sayıda analizcinin görüşbirliğinde olduğu konulardan birisi Vincent van Gogh'un bipolar bozukluktan muzdarip olduğudur. Bu zihinsel rahatsızlık tedavi edilmedi takdirde giderek kötüleşen bir seyre sahiptir. Bipolar bozukluk kendisini manik ve depresif episodlarla gösterir; manik dönemlerde pervasız davranışlar, öfori ve fevrîlik gözlemlenir. Depresif dönemler ise depresyon, öfke, kararsızlık, içe kapanma ve sıklıkla ölüm ile intihar düşünceleri ile kendini gösterir. Bu semptomların çoğu biyografisinde görüldüğü gibi eylemlerinin çoğuna da açıklık getirir.
Van Gogh çok küçük yaşlardan itibaren resim ve din ile güçlü bağlara sahip olarak büyümüştür. Amcasının ortağı olduğu bir sanat simsarlığı şirketinde Hollanda'da çalıştıktan sonra aynı şirketin Londra şubesinde çalışmaya başladı. Londra'da yaşarken ev sahibinin kızı Eugenie Loyer'ye aşık oldu. Eugenie evlenme teklifini reddettikten sonra ilk sinir krizini geçirdi ve bu kriz sonrasında yaşamını kökten değiştirerek kendini tanrıya adadı.20 yaşında karşılaştığı bu aksilik 1890'da intiharına kadar olan yaşamında sağlığının giderek kötüleşmesinin kesinlikle ilk adımıdır. Arnold Wilfried “Ailede zihin rahatsızlığı tarihçesi vardır” diye belirtir; van Gogh'un sahip olduğu bipolar bozukluk semptompları da yaygın olarak kalıtımsal olarak değerlendirilmektedir. Protestan Kilisesi'nde resmî olarak görev alan van Gogh rahip olmayı çok istemiştir. Ancak düzensiz hayatı nedeniyle saygı görmemiş ve çeşitli teoloji okullarından reddedilmiştir. Pervasız ve kararsız ama fevrî davranışları tamamen bipolar bozukluğa işaret etmektedir. Sanat simsarı olarak çalışmaya devam etmesinin yalnızca müşterilere "bu değersiz sanat eserini almayın" demek için devam etmesi bu hastalık ile çok iyi açıklanabilmektedir. Kararsızlığı ve kimlik bunalımları sonraki yıllarda ortaya çıkacaktır. Van Gogh cinsel reddedilme nedeniyle sonraki 10 yılda çok sık taşındı. 1880 yılında ressam olmak için Brüksel'e taşındı. Kuzini Kate kendini reddettiği için Lahey'e taşındı. Birlikte yaşadığı Clasina Maria Hoornik tekrar hayat kadınlığına ve alkole başladığı için 1886'da Paris'e taşındı. Van Gogh, davetsiz olarak gittiği kardeşi Theo’nun küçük dairesine sığındı. Paris'te, resim yapmasının duygularını sakinleştirdiği ve düzenlediği görülür.
Van Gogh, aşırı tütün kullanmak ve alkol ile kahve tüketmek, çok az ve dengesiz beslenmek ve bazen de hiç yememek gibi sağlık durumunu kötüleştirecek olan alışkanlıklara sahipti. Bütün bunların doğal sonucu kötü beslenmeydi. Piposunu ölüm döşeğindeyken bile elinden bırakmadı ve çok fazla tütün tükettiği için birkaç kere hastaneye yattı.Aşırı alkol tüketiminde çok sık içtiği absent dikkati çeker.
Van Gogh'un yaptığı resimleri ısırdığına dair bazı kanıtlar vardır; resimlerini yemesi muhtemelen 1890 yılbaşında geçirdiği kriz ile bağlantılıdır. 1890 Ocak ayında Vincent'ın nöbetlerinden birinin ardından kardeşi Theo şöyle yazmıştır: "Madem boyaların yanında durmasının senin için tehlikeli olduğunu biliyorsun neden bir süre onları ortadan kaldırıp yalnızca çizim yapmıyorsun?" Ancak Theo, Vincent'tan haber aldıktan beş gün sonra da şöyle yazmıştır:
"Doktor Peyron'un ilk mektubunda bana senin resim yapmanın tehlikeli olduğunu çünkü boyaların seni zehirlediğini anlatmaya çalışmıştı ancak ileri gittiğini düşünüyorum çünkü kendisi de o sıralarda rahatsız olduğu için bu kanısına dedikodulardan vardığını düşünüyorum."
Leave a Comment