Hanımeli



      Bir hanımelinin dünyaya gözlerini açtığı sessiz gecede konuştum onunla. Odamdaki dağınıklıktan arta kalan köşede sıkışarak, içimdeki yaşlı yüze sığınarak, yağan yağmurdan güç alarak sordum;
‘Sen’ dedim. ‘Sen yavaşça öldürüyorsun beni! Öyle bir ölüm ki sanki gün doğmuyor gecelerime. 
‘Yavaşça kaybediyorsun beni’ dedi. Yavaşça terk ediyorum seni. Hiçbir şey yaşamamış gibi gidiyorum. Mutluluk yok, acı yok, gözyaşı yok artık hayatında. Bensiz yalnızca bir bedensin.’
Yeni doğmuş bir hanımeli sundum ona, beyaz. İçini kaplayan karanlığa sığınarak ‘Ben beyaz sevmem’ dedi. ‘bana eski günleri hatırlatır. Bilirsin beyaz hep hüzünlüdür, hep kirlenmeye mahkum, benim gibi.’
Sustum da büktüm boynumu elimdeki hanımeli gibi. O sırada uzaktan yakına bir kadın çığlık çığlığa bağırdı. ‘bak’ dedi. O kadın sensin. Çığlıklar senin sesin. Ben gidince aklının benimle gelmeyeceğini mi sandın?’ 
Yağmur damlası düştü avuçlarıma, avuçlarımı yakarcasına. Gün karanlık, kulağıma gelen ses karanlık… Hanımelini attım sokağın en ıssız köşesine. Sokakta koşarken takıldı bacaklarıma yağmur damlaları. Sessizce sordum ona; ‘Gerçekten gitmen gerekiyor mu?’ yağmurun sesinden duymamış olsa gerek cevaplamadı. Nefesim kesilinceye kadar koştum ben de. Koşarken bir çiçek ezdim, taşa takıldım, bir kediyi selamladım. Karanlık sokağın, en karanlık yerine geldiğimde durdurdu beni o da yorulmuştu belki de. ‘Artık aşık olamayacaksın, sevemeyeceksin kimseyi ve artık hissedemeyeceksin ‘Onu’ da’ dedi. En hissedemediğim yerden vurulmuşçasına düştüm dizlerimin üzerine. Küçük bir yangın yeri oldu düştüğüm sokak. ‘Senin hatan’ dedi. ‘Öyle bir hata yaptın ki gitmem gerek. Yoksa çürüyeceğim. Artık acımıyorsun bile yere düşen küçük bir çocuğa. Çünkü kaybediyorsun beni.’ Bir hanımeli koydu avuçlarıma, beyaz. ‘Bilirsin sevmem beyazı, kirlenmeye mahkumdur tüm beyazlar. Ben de beyazdım. Hanımeline baktıkça hatırla beni. Belki yine karşılaşırız.’ Veda konuşmasının en acı cümlelerine gelmişti sıra. ‘Gitme’ dedim. ‘Gitme, sen gidersen kırılır tüm hanımelleri. Hissetmelisin içindeki iyiliği. Belki de daha fazla sevmelisin çocukları, onlar düştükçe için yanmalı. Bir çiçeğin üzerine bastığında sen de kırılmalısın. Anmalısın ‘Onu’ o zaman beyaza dönüşür tüm kirler. Unutma ki sen de hatalısın. Çünkü pes ettin hemen.’
Bir papatya bıraktı avuçlarıma sessiz. ‘Artık papatya falları olacak yoldaşın. Soracaksın onlara; ‘Seviyor muyum? Sevmiyor muyum?’ Çünkü ben olmadan anlayamayacaksın sevdiğini, sevildiğini’ dedi. Yağmur dindiğinde ıslak saçlarımdan damlayan damlalarla irkildi bedenim. Elimdeki papatyayı sıktım avuçlarımda. ‘sen gidince boş kalacak sol yanım. Giderken beraberinde götüreceksin aklımı. Yavaşça çıldıracağım belki.’ Dedim tırnaklarımı avuçlarıma batırarak. ‘artık vakit geldi. Şimdi karanlığa karışacağım. Seni bu dünyada bir başına bırakarak gideceğim. Mutluluğunu, acılarını, sevinçlerini, hüznünü sığdır şimdi elvedaya. Bana da küçük bir veda borcun kaldı vereceğin.’ Dedi. Sessizce yürüdü karanlık ortasında yüreğim. Geri dönüp bakmadan çekip gitti karanlığın ortasında koca bir karanlık ve kararlılıkla. Siyaha alışmıştı yürüdükçe silkelendi, silkelendikçe döküldü günahlarım üzerinden. Eğilerek aldı yerden küçük hanımelini taktı saçlarına. Günahlarım döküldükçe beyaza döndü bedeni yüreğimin. Hanımeline bakarak gülümsedi. Yanan sokağın ortasında bir ses duyuldu. Bir kadın çığlık çığlığa çıldırıyordu. Ben gülümsedim. Kısa bir kahkahaya sığınarak bu vedaya eşlik ettim. Avucumda sıktığım papatyaya çevirdim gözlerimi. Papatyanın kırık boynunu okşadım parmaklarımla. Üzülmedim, sevinmedim de nasıl olsa gitmişti yüreğim çok uzaklara. Koparılan bir hanımeli kadar donuktu gözlerim. Dediği gibi yüreğimin; ‘Mutluluk yok, acı yok, gözyaşı yok artık’


Yazar : Merve Güvenlier

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.